En son konular
Istatistikler
Toplam 40 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: sivereklisofi
Kullanıcılarımız toplam 840 mesaj attılar bunda 375 konu
Kimler hatta?
Toplam 4 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 4 Misafir Yok
Sitede bugüne kadar en çok 188 kişi Çarş. Ağus. 09, 2017 6:26 pm tarihinde online oldu.
Giriş yap
Arama
Mârifetullâh
1 sayfadaki 1 sayfası
Mârifetullâh
Mârifetullâh, bütün kâinattaki sır ve hikmetleri muhtevî, sınırsız ve sonsuz bir ilm-i ilâhîdir. Bu ilmi, tam anlamıyla târif etmek, beşer idrâkinin üzerindedir. Ancak herkes, iktidar, istîdâd ve gayreti nispetinde bu ilimden haz duyar ve nasiplenir. Bu sebeple Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"(Allâh'ım!) Sen'i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!" (Müslim, Salât, 222) buyurmuşlardır.
Hadîs-i kudsî olarak rivâyet edilen:
"Ben gizli bir hazine idim, mârifetime (tanınmama) muhabbet ettim ve Beni tanımaları için mahlûkâtı yarattım." ifâdeleri de, mârifetullâhın ehemmiyetine işaret eder.
Kur'ân-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hadîs-i şerîflerinden sonra Rabbin mârifete ermiş has kullarının davranış ve sözlerinden daha güzel hiçbir söz yoktur. Çünkü, onların davranış ve sözleri derûnî ve ledünnîdir, kesbî değildir. Bu sebeple onlara "veresetü'l-enbiyâ" denir. O has kulların davranışlarını müşâhede eden ve kelâmlarını işitenlerin gönülleri feyz ile dolar. Gayretleri artar, sırlar kendilerine ayân olmaya başlar, şeytânî vesveselerden ve dünyevî ihtiraslardan halâs olurlar.
Bu Hak dostlarının bir kısmı, Hazret-i Âdem sıfatlı; bir kısmı Hazret-i İbrâhim sıfatlı, bir kısmı Hazret-i Mûsâ sıfatlı, bir kısmı Hazret-i Îsâ sıfatlı; bir kısmı da Muhammediyyü'l-meşrebdir.
Muhammediyyü'l-meşreb olanların fârik vasıfları; mârifet, muhabbet ve tevhîd ehli olmalarıdır. Bu zevât-ı kirâm içerisinde öyleleri de vardır ki onlar bütün fârik vasıfları kendilerinde cem ettiklerinden bî-sıfattırlar. Yâni îzahtan vârestedirler.
Cenâb-ı Hak, sevdiği bu kullarına, hâllerine göre muhtelif tecellîler bahşetmiştir. Bu meyanda kimini Şâh-ı Nakşibend eyleyip tasarruf ve mârifetullâhta sonsuz ve eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnûn gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vâdîlerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye karşısında dilsiz eylemiş, kimini Yûnus Emre gibi aşk bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi dilinden hikmetler fışkıran ve nâdîde inciler saçan bir mânâ deryâsı eylemiştir.
Cenâb-ı Hak, bu farklı tecellîlere mazhar kıldığı cümle velîlerini, dostluk iklîminde mârifet ilmiyle donatıp müstesnâ rehberler hâlinde bütün insanlığa ihsân buyurmuştur.
Mârifetullâha eren kâmil insan, Hakk'ın aşk ve muhabbetinin tecellîsi altında olduğu için, mercek altında bir kağıdın yanması gibi, onda nefsânî temâyüller ömrünü tüketmiştir. Böylece, nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiğinden, diğer insanlar da gayr-i ihtiyârî olarak onu sever ve sayarlar. Ancak o, fânî iltifat ve alâkaların kıskacından kendini kurtarmış olduğundan; gurur, kibir ve ucub gibi mezmûm sıfatların girdabına düşmez. Halk içinde Hak ile berâberdir. "Ta'zîm li emrillâh" yâni Allâh'ın emirlerine hürmetle riâyet ve "Şefkat li halkillâh" yâni Allâh'ın mahlûkâtına şefkat ve merhamet duygularıyla yaşar. Ancak Allâh'a muhabbeti muktezâsınca zıdd-ı kâmili olan zâlim ve nankörlere aslâ muhabbet ve meyil göstermez. Yalnız, merhameti îcâbı, onlara da acır, hidâyetlerine duâ eder.
Mal-mülk ve dünyâya âit bütün servetler, ona yalnız infak için lâzımdır. Kâmil insan, kendini mârifetullâha ve vâsıl-ı ilallâh olmaya adamıştır. Artık o, bu cihânın kendine âit dert ve ızdıraplarına aldırmayan, has bir kuldur.
Mevlânâ -kuddise sirruh-, ruhların, nefslerin ve istîdadların insandan insana farklı olduğunu, herkesin kendi aynasında kâinât nakışlarını, değişik açılardan ayrı ayrı gördüklerini ve kalabalıklar içinde dahî Allâh ile berâber olma hâllerini şu kıssa ile ne güzel ifâde eder:
"Bir sûfî, neş'elenip tefekküre dalmak için müzeyyen bir bahçeye gider. Bahçenin rengârenk tezyînâtı karşısında mest olur. Gözlerini kapayarak murâkabe ve tefekküre dalar.
Orada bulunan gâfil bir kişi, sûfîyi uyur zanneder. Onun bu hâline hayret eder, canı sıkılır. Sûfîye:
"-Ne uyuyorsun? Gözünü aç da üzüm çubuklarını, çiçek açmış ağaçları, yeşermiş çimenleri seyret! Allâh'ın rahmet eserlerine nazar et!" der.
Sûfî de ona şöyle cevap verir:
"-Ey gâfil! Şunu iyi bil ki, rahmet-i ilâhiyyenin en büyük eseri gönüldür. Onun dışındakiler bu büyük eserin gölgesi mesâbesindedir. Ağaçlar arasında bir dere akıp gider. Onun berrak suyunda iki tarafın ağaçlarının akislerini görürsün...
"(Allâh'ım!) Sen'i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!" (Müslim, Salât, 222) buyurmuşlardır.
Hadîs-i kudsî olarak rivâyet edilen:
"Ben gizli bir hazine idim, mârifetime (tanınmama) muhabbet ettim ve Beni tanımaları için mahlûkâtı yarattım." ifâdeleri de, mârifetullâhın ehemmiyetine işaret eder.
Kur'ân-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hadîs-i şerîflerinden sonra Rabbin mârifete ermiş has kullarının davranış ve sözlerinden daha güzel hiçbir söz yoktur. Çünkü, onların davranış ve sözleri derûnî ve ledünnîdir, kesbî değildir. Bu sebeple onlara "veresetü'l-enbiyâ" denir. O has kulların davranışlarını müşâhede eden ve kelâmlarını işitenlerin gönülleri feyz ile dolar. Gayretleri artar, sırlar kendilerine ayân olmaya başlar, şeytânî vesveselerden ve dünyevî ihtiraslardan halâs olurlar.
Bu Hak dostlarının bir kısmı, Hazret-i Âdem sıfatlı; bir kısmı Hazret-i İbrâhim sıfatlı, bir kısmı Hazret-i Mûsâ sıfatlı, bir kısmı Hazret-i Îsâ sıfatlı; bir kısmı da Muhammediyyü'l-meşrebdir.
Muhammediyyü'l-meşreb olanların fârik vasıfları; mârifet, muhabbet ve tevhîd ehli olmalarıdır. Bu zevât-ı kirâm içerisinde öyleleri de vardır ki onlar bütün fârik vasıfları kendilerinde cem ettiklerinden bî-sıfattırlar. Yâni îzahtan vârestedirler.
Cenâb-ı Hak, sevdiği bu kullarına, hâllerine göre muhtelif tecellîler bahşetmiştir. Bu meyanda kimini Şâh-ı Nakşibend eyleyip tasarruf ve mârifetullâhta sonsuz ve eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnûn gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vâdîlerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye karşısında dilsiz eylemiş, kimini Yûnus Emre gibi aşk bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi dilinden hikmetler fışkıran ve nâdîde inciler saçan bir mânâ deryâsı eylemiştir.
Cenâb-ı Hak, bu farklı tecellîlere mazhar kıldığı cümle velîlerini, dostluk iklîminde mârifet ilmiyle donatıp müstesnâ rehberler hâlinde bütün insanlığa ihsân buyurmuştur.
Mârifetullâha eren kâmil insan, Hakk'ın aşk ve muhabbetinin tecellîsi altında olduğu için, mercek altında bir kağıdın yanması gibi, onda nefsânî temâyüller ömrünü tüketmiştir. Böylece, nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiğinden, diğer insanlar da gayr-i ihtiyârî olarak onu sever ve sayarlar. Ancak o, fânî iltifat ve alâkaların kıskacından kendini kurtarmış olduğundan; gurur, kibir ve ucub gibi mezmûm sıfatların girdabına düşmez. Halk içinde Hak ile berâberdir. "Ta'zîm li emrillâh" yâni Allâh'ın emirlerine hürmetle riâyet ve "Şefkat li halkillâh" yâni Allâh'ın mahlûkâtına şefkat ve merhamet duygularıyla yaşar. Ancak Allâh'a muhabbeti muktezâsınca zıdd-ı kâmili olan zâlim ve nankörlere aslâ muhabbet ve meyil göstermez. Yalnız, merhameti îcâbı, onlara da acır, hidâyetlerine duâ eder.
Mal-mülk ve dünyâya âit bütün servetler, ona yalnız infak için lâzımdır. Kâmil insan, kendini mârifetullâha ve vâsıl-ı ilallâh olmaya adamıştır. Artık o, bu cihânın kendine âit dert ve ızdıraplarına aldırmayan, has bir kuldur.
Mevlânâ -kuddise sirruh-, ruhların, nefslerin ve istîdadların insandan insana farklı olduğunu, herkesin kendi aynasında kâinât nakışlarını, değişik açılardan ayrı ayrı gördüklerini ve kalabalıklar içinde dahî Allâh ile berâber olma hâllerini şu kıssa ile ne güzel ifâde eder:
"Bir sûfî, neş'elenip tefekküre dalmak için müzeyyen bir bahçeye gider. Bahçenin rengârenk tezyînâtı karşısında mest olur. Gözlerini kapayarak murâkabe ve tefekküre dalar.
Orada bulunan gâfil bir kişi, sûfîyi uyur zanneder. Onun bu hâline hayret eder, canı sıkılır. Sûfîye:
"-Ne uyuyorsun? Gözünü aç da üzüm çubuklarını, çiçek açmış ağaçları, yeşermiş çimenleri seyret! Allâh'ın rahmet eserlerine nazar et!" der.
Sûfî de ona şöyle cevap verir:
"-Ey gâfil! Şunu iyi bil ki, rahmet-i ilâhiyyenin en büyük eseri gönüldür. Onun dışındakiler bu büyük eserin gölgesi mesâbesindedir. Ağaçlar arasında bir dere akıp gider. Onun berrak suyunda iki tarafın ağaçlarının akislerini görürsün...
-DERGAH-- Mesaj Sayısı : 795
Kayıt tarihi : 30/10/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ptsi Eyl. 27, 2010 4:38 am tarafından sofyan
» HATME DUASI
Ptsi Şub. 22, 2010 8:46 pm tarafından -DERGAH-
» Kulun yaratılışının nedeni aşktır
Perş. Tem. 23, 2009 11:25 pm tarafından -DERGAH-
» ...AŞK...
Perş. Tem. 23, 2009 11:13 pm tarafından -DERGAH-
» Kaside-i Nakşi
Çarş. Tem. 22, 2009 9:02 pm tarafından -DERGAH-
» S.İhsan Erol'un "Mahserin Halleri" sohbeti
Çarş. Tem. 22, 2009 9:01 pm tarafından -DERGAH-
» S.Ihsan Erol´dan GAFLET sohbeti
Çarş. Tem. 22, 2009 8:58 pm tarafından -DERGAH-
» Tasavvuf "Samimiyet" tir
Çarş. Tem. 22, 2009 8:53 pm tarafından -DERGAH-
» O, Benim de Evlâdımdır
Çarş. Tem. 22, 2009 8:49 pm tarafından -DERGAH-
» TÖVBE etmek ne demektir???
Çarş. Tem. 22, 2009 8:47 pm tarafından -DERGAH-
» bizim SEVGİMİZ
Çarş. Tem. 22, 2009 8:46 pm tarafından -DERGAH-
» AHLAKI Güzelleştirmek İçin ESMÂÜ’ L HÜSNA
Çarş. Tem. 22, 2009 8:39 pm tarafından -DERGAH-
» Yazık sana!..
Çarş. Tem. 22, 2009 8:27 pm tarafından -DERGAH-
» bu gün O'nun için bir şey yap!
Çarş. Tem. 22, 2009 8:24 pm tarafından -DERGAH-
» Kalben Allah’a YÖNEL ki O’nun LÜTUFLARI gelsin
Çarş. Tem. 22, 2009 8:21 pm tarafından -DERGAH-
» En Büyük Kalkan "ZİKRULLAH"
Çarş. Tem. 22, 2009 8:18 pm tarafından -DERGAH-
» 33 kalemde "HAMDOLSUN"
Çarş. Tem. 22, 2009 8:17 pm tarafından -DERGAH-
» Allah (cc)'a Kulluk ve Samimiyette Kararlı Olmak
Çarş. Tem. 22, 2009 8:15 pm tarafından -DERGAH-
» Kermese Davet!!!Essen´de
Paz Mayıs 17, 2009 10:04 pm tarafından tasavvuf